GÜZEL ATLAR DİYARI : KAPADOKYA


Kapadokya ne afilli isim değil mi? Ama baştan söylemeliyim, isminin hakkını veriyor bu arkadaş :) 

Kapadokya; 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasan Dağı ve Güllüdağ'ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkan bölgeye denmekte.
Kapadokya bölgesi, başta Nevşehir olmak üzere Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine yayılmış bir bölge imiş.
Bu bölgedeki insan yerleşimi Paleolitik döneme kadar uzanmaktaymış. Hititler'in yaşadığı bu topraklar daha sonraki dönemlerde Hrıstiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuş. Kayalara oyulan evler ve kiliseler, bölgeyi Roma İmparatorluğu'nun baskısından kaçan Hristiyanlar için devasa bir sığınak haline getirmiş.

Biz bu nadide bölge ile karşılaştığımızda güneş bütün ihtişamıyla batıp yerini  2034 yılına kadar bir daha gözlemlenemeyecek olan Süper Ay’a bırakmıştı.


Göreme’de bulunan otelimize yerleştikten sonra biraz dinlenip terasa çıkıp bu özel manzaranın , Süper Ay’ın keyfini çıkarmasak olmazdı. Onca yorgunluğumuza rağmen bu keyiften mahrum kalamazdık :)



Sabah erken uyanalım telkinleriyle uyuduk ama her zamanki gibi kahvaltıya kıl payı yetişecek şekilde uyandık :) Kahvaltı esnasında gezi rotamıza karar veriyor ve yola düşüyoruz :) İlk durağımız Derinkuyu Yer Altı Şehri :) Peri Bacalarının arasından süzülen yolumuz bizi Niğde-Aksaray istikametine götürüyor. Aksaray'ı önüne aldın mı tamam :) 


Derinkuyu Yer Altı Şehri hakkında kısa bir bilgi vereyim öncelikle :) Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumu sayesinde inşa edilmiş sekiz katlı Derinkuyu Yeraltı Şehri, büyük bir topluluğu içinde barındıracak ve ihtiyaçlarını karşılayacak mekânlardan oluşuyor.

Derinkuyu'nun ilk yerlileri Asur kolonilerine kadar uzanıyormuş. II. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun zulmünden kaçan ilk Hıristiyanlar Antakya ve Kayseri üzerinden Kapadokya'ya gelerek buraya yerleşmişler. Bölgedeki yeraltı şehirlerini kuran ilk Hıristiyanlar, girişleri kolayca fark edilemeyecek şekilde yapılmış bu şehirlerde saklanarak Romalı askerlerin zulmünden kurtulabilmişler. Yeraltı şehirlerinde uzun süre dışarı çıkmadan yaşamak zorunda kalabilecekleri için erzak depoları, havalandırma bacaları, şarap imalathaneleri, kiliseler, manastırlar, su kuyuları, tuvaletler ve toplantı odaları yaparak alanlarını genişletmişler. Birbirine bağlı odalardan oluşan bu şehirlerde bazı odalar ancak bir insanın geçebileceği kadar dar tünellerle birbirine bağlanıyor. Tünellerin giriş çıkışlarında güvenlik nedeniyle tüneli kapatmak için kullanılan büyük taş silindirler var.






Mutlaka görülmesi gereken bir miras olan bu yeraltı şehri inerken heyecanla farkettirmiyor da çıkışta bizi baya bi yoruyor :) Derinkuyu’dan büyülenmiş bir şekilde ayrılıyor ve yönümüzü yine Aksaray’a veriyoruz :) bir sonraki durağımız Narlı Göl :) Tabelaları takip ederek hedefe ulaşmaya çalışıyoruz. Hafifçe bir tepeyi geçtikten sonra yolun bitiminde pat diye karşımıza çıkıyor bu göl:) Ani bir frenle duruyoruz :) Azcık korktuk ama olsun :) Bu yolda biraz yavaş gitmekte fayda var yoksa göle uçuyoruz korkusuyla karşı karşıya kalabilirsiniz:) Evet işte karşımızda Narlı Göl :)



Narlı göl kalderanın(cadı kazanı) tabanına oturmuş bir krater gölü ama buranın oluşumu ile ilgili ilginç bir efsane var. Gelelim bu gölün efsanesine :) Birbirlerini çok severek evlenmiş bir çift ve onların yeni doğmuş bebekleri, küçük, yoksul bir evde yaşarlarmış. Zaman gelmiş ve genç koca karısını ve bebeğini bırakıp askere gitmek zorunda kalmış. Zaman geçmiş, kış bastırmış. Fırtınalı bir günde köyün girişinde uzun beyaz sakallı, bastonlu, yaşlı bir adam belirmiş. Bitkin görünüyormuş, evlerin kapılarını tek tek çalmaya başlamış. Birazcık ekmek ve su istemiş köylülerden. Hiç kimse ama hiç kimse bu adama istediğini vermemiş, yüzüne çarpmışlar kapıyı. Bir ev dışında… Genç kadın aceleyle bir bardak su ve bir parça ekmek getirmiş yaşlı adama. Adam; “kızım çocuğunu da al ve şu dağa çık. Dağın tepesine gelene kadarda arkana bakma” demiş genç kadına. Kadın yaşlı adamın sözünü tutup yola koyulmuş. Tam zirveye varmak üzereyken yorulup ve birazcık da merakına yenik düşüp arkaya bakmış. O anda kadının göğsünden sular fışkırmaya başlamış. Öyle ki bütün köy sular altında kalmış. Kadın ve çocuk ise taşa dönüşmüşler öylece… Rivayet edilir ki; bu göl senede bir kurban alırmış ve hiç kimse o cesedi bulamazmış, ta ki yedi sene sonra göl cesedi dışarı fırlatana kadar. Ve yine rivayet edilir ki Narlıgöl kurban istediğinde bağırırmış… İlginç :)


Narlıgölden hızlıca :) ayrılıp Ihlara Vadisine doğru yola koyuluyoruz:) Ihlara Vadisi Melendiz çayının yüzyıllar boyunca aşındırması oluşmuş yaklaşık 150 metre derinliğinde bir vadi.












Mükemmel bir yürüyüş parkuru olmasının yanı sıra vadiyi oluşturan kayalarda yüzlerce kilise olduğu söylenmekte. Biz bir kaçını görebildik. En Meşhurları aynı zamanda :) Bunlar: Yılanlı, Ağaç Altı, Sümbüllü ve Kırk Dam Altı Kilise… Bütün kiliselerin temel özelliği olan haç şeklinde mimari bunlarda da hakim..


 




Güzel bir yürüyüşün ardından bizi Çay’ın üzerine ahşap iskele ile kurulmuş güzel bi dinlenme yeri karşılıyor. Teyzeler gözleme yapıyolar çay var daha ne olsun deyip çöktük mekana :) Lezzet tartışılır ama ambians şahane :)


 

 

 

 

Ihlara Vadisindeki gezintimizin ardından güneşin doğuşunu izlemek için Göreme’de bulunan Aşıklar Tepesine gidiyoruz :) Bizim mekan yani :P Havanın bulutlu olmasından mütevellit beklediğimiz gibi bir gün batımını bulamasak da :) bu tepeden Kapadokya manzarasını seyre dalmak yetiyor :) 








Güneş batınca bizde pilimizin bittiğini anlıyoruz :) Göreme’de üç beş tur atıp karnımızı doyurduktan sonra otelin yolunu tutuyoruz… Bu arada bu bölgede mağara odaların bulunduğu oteller mevcut. Nefes almada sıkıntı çektiğimden biz taş evde kalmayı tercih ettik ama mağara odalar daha güzeldi :) Eğer bir rahatsızlığınız yoksa şiddetle tavsiye :)



Kapadokya’daki son günümüz olması sebebiyle erkenden uyanmayı başarıyoruz :) Kahvaltının ardından ilk rotamız balonları izlemeye gidiyoruz :) Bu defa balonlara binmeye cesaret edemediğimizden izleyelim bari diyoruz :)



Daha sonraki rotamız Göreme Açık Hava Müzesi… Göreme Açıkhava Müzesi, M.S. IV. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar yoğun bir şekilde manastır hayatına ev sahipliği eden bir kaya yerleşim yeri.

 









Göreme de göreceğimizi gördük :) veda vakti… Düşüyoruz Ürgüp yollarına :) Çok tatlı bir ilçe Ürgüp Çarşısı sokakları mimarisi… Eee meşhur Asmalı Konak’ı ziyaret etmeden dönmek olmaz :) Çook güzel ve kocamaan bir konak :) 



Ürgüp çarşısından harika el boyama kaselerden aldıktan sonra gezimizin sonuna geliyor ve dönüş yolculuğuna hazırlanıyoruz. Zamanlamamız harika yola çıktığımız anda kar yağmaya başlıyor… Kapadokya ayrılığımıza dayanamayıp buz kesiyor adeta :) Üzülme Kapadokya yine geliriz :)

Yorumlar

  1. Tarih kokan yerlere bayılıyorum benimde çok beğendiğim yerlerden biridir kapadokya ve çevresi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşanmışlıklar kente bambaşka bir hava katar her zaman... O yüzden bir kentin geçmişi, şimdisi kadar önemlidir benim için... Bu açıdan o kadar güzel bir ülkede yaşıyoruz ki her yanı ayrı güzel... Sevgiler...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEMRUT: GÜN DOĞUMU

DÜNYANIN EN ESKİ ANITI: GÖBEKLİTEPE

ZAMANIN DURDUĞU ŞEHİR : MARDİN (1.kısım)